30 Eylül 2008 Salı

Anadolu Turu Güncesi 1 / 2 - 3 (29.09 - 30.09.2008)

Bugün iki günlük yazı yazmak zorundayım. Dün gece Antakya'da bir rehber arkadaşımla geç saatlere kadar süren muhabbetin ardından yazamadım bir satır bile. Saat çok ilerlemiş ben de çok yorulmuştum.

Neyse... Turun 3 gecesi Büyük Antakya Oteli'nde kalıyoruz. Pazartesi günü, yani arife günü grubumla otelden yürüyerek şehri dolaşmaya çıktık.


Merkezden başlayarak Ulu Camii ve Rum Ortodoks Kilisesi'nin önünden geçip Vilayet binasını da gösterip Protestan Kilisesi'ne gittik.


Grubum oradaki rahiple konuştu, sorular sordu ve oradan çıkıp Kurtuluş Caddesi üzerinden, eski güzel evlere baka baka Sinagog'un da önünden geçerek Katolik Kilisesi'ne geldik. Kilisede padreyle konuştu grubum ve ben de her yerin fotoğrafını çektim bir de terasa çıkıp kilise çanı ve cami minaresi görüntüsünü yakaladım.


Ara sokaklardan gene güzel ve eski evlere baka baka merkeze döndük. Grubu merkezde hem çarşıları gezsinler hem de yemek yesinler diye serbest bıraktım. Ben biraz şehirde dolaşıp sonra da çarşı pazar gezdim. İnanılmaz kuvvetli bir yağmur yağmaya başladı. En sonunda saatler ilerledi ve randevu saati yaklaştı, Arkeoloji Müzesi'nde buluştuk ve grubum müzeyi gezdi. Daha sonra otobüsle St. Pier kilisesine gittik.


Günün sonunda otele döndük ve erken olduğu için grup yeniden şehri gezmeye çıktı, bazıları Rum Ortodoks Kilisesi'ne gittiler. Ben de odama çıkıp yağmuru dinledim.

Akşam da yemekten sonra bir rehber arkadaşımla saatler süren muhabbet sonunda oldukça yorgun bir halde kendimi yatağıma attım.

Salı günü, yani Bayramın ilk günü, sabah 09.00'da yola çıktık. Bugün programda Samandağ - Çevlik, Titus Tüneli ve Beşikli Mağara, öğle yemeğinden sonra da Ermeni köyü Vakıflı ve Hıdırbey ziyaretleri vardı.

Önce Çevlik'e gittik ve antik dönem limanı görüp Titus tüneline tırmandık, Beşikli Mağara'yı gezdik ama hava gene yağışlıydı, bir yağıyor bir duruyor. Bir gün önceki yağmur inanılır gibi değildi, böyle yağmur pek görülmez (Antakya için normal tabiî). Yağmur altında yemeğe gittik, hava birden döndü. Sahilde nefis bir öğle yemeği yedik. Herkes mutlu oldu.



Daha sonra Ermeni köyü Vakıflı'ya gittik. Çok güzel ve duygu dolu anlar geçirdim. Bu sefer konuşma ve tercüme işlerini ben yaptım. Hrant için mum yaktım, ağladım, ağladım, çok ağladım.



Vakıflı Köyü'nde organik tarım yapılıyor, kadınların sattığı reçeller, baharatlar, likörler, sabunlardan aldık. Bana likör hediye etti canlar. Çok güzel anlardı.



Oradan yürüyerek Hıdırbey köyüne gittik ve köy meydanında Hz. Musa Ağacı olarak bilinen anıtsal çınarı gördük ve çınarın altında herkese çay ısmarladım. Yürüyerek otobüse döndük ve tekrar Vakıflı Köyü'ne uğrayıp herkesi kucaklayıp vedalaştım ve en kısa zamanda grupla gelemesem bile özel olarak gelme kararı aldım.


Dönüş yolunda Samandağ sırtlarındaki rüzgâr tirbünlerini ve genel manzarayı fotoğrafladım.


Antakya'ya döndük ve yemekten önce Affan Kahvesi'ne gidip arka bahçesinde bir acı kahve ve çay içtim kaptanımla.

Yarın yolum Gaziantep'e...

28 Eylül 2008 Pazar

Anadolu Turu Güncesi 1 / 1 (28.09.2008)

En sonunda 12 günlük maraton start aldı. Hayırlısı bakalım!

Bayram geliyor, giden gideceği yere gitmiş sanırım. Ne yollarda sorun yaşadım havaalanına giderken ne de havaalanında. Hatta havaalanı boştu desem yalan olmaz. Kontrol noktasında bir polis kollarını iki yana açmış: 'Keşke hergün böyle olsa!' diyordu. Kim bilir nasıldı dün ve öncesi?

Havaalanına gelip işlemleri tamamladım, Adana uçağının daha kapı numarası bile belirlenmemişti o anda, düşünün işte, korkudan erkenden gelmişim havaalanına. Ne yapayım? Ben çok yaşadım yoğunluklar havaalanında, o sebeple korkağımdır bu konuda.

Tam polis kontrolünden geçmeye karar verdiğimde grubum geliverdi ve tanışma faslı falan derken biraz sonra uçağa gitmek için 402 no'lu kapıya yöneldik, vakit geçivermişti. Uçağa biner binmez sağanak bastırdı ve uçak biraz gecikmeli kalktı ama vaktinde indi Adana'ya.

Ben de uçakta uzun zamandır iki hikâyesini okuyup üçüncüsünün de iki sayfasını okuyup devamını getiremediğim Murathan Mungan'ın Kadından Kentler kitabını okumaya çalıştım. Çalıştım diyorum, çünkü öncelikle bir kitabı okumayı bitirir bitirmez başka bir kitaba başlamak için en azından bir gün geçmesi lâzımdır benim için, biraz sindirmem gerekir okuduklarımı, Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi'ni daha dün gece bitirebildim. Bir de, o kadar yorgundum ki, uçakta zaman zaman uyuklamışım kitap elimde.

Havaalanına iner inmez yolcular transit geldikleri için dış hatlardan, ben de iç hatlardan çıktık. Ben otobüse binip onları dış hatların önünden aldım ve yola koyulduk.

Kendimi tanıtma ve teknik birkaç şey açıkladıktan sonra bir de baktım ki, kaptan doğrudan otobana gireceğine Adana içinden geçiyor. Ben Adana'yı çok ama çok severim. pek bir sevindim bu duruma. anlattım da anlattım artık Adana'yı...

Otobana çıkınca önümüzdeki günler neler yapacağımızı biraz açıkladım. Gerçi müşterilerin de elinde program var ama ben gene de neler yapacağımızı biraz daha detaylı anlattım ve daha sonra Türkiye hakkında coğrafi bilgiler verdim harita üzerinde, iklimdi, komşulardı, şuydu buydu. ilerki günlerde anlattıklarımı tamamlamak açısından da önemli bilgiler.

İskenderun Körfezi'ni dolaşarak Antakya'ya geldik. Ama yolda İskenderun civarında güneşin batışına öyle hayran hayran bakmışım ki, fotoğraf çekmeyi unuttum, aklıma geldiğinde İskenderun'un o muhteşem görüntüsü çoktan geride kalmıştı. üzüldüm açıkcası.


Arada yolda bir tuvalet molası da verdik. Sonra Antakya'ya geldiğimizde hemen Büyük Antakya Oteli'ne yerleştik. Yemek yendi, yemekten sonra ben sokaklara vurdum kendimi.

Yarın sabah Protestan Kilisesi'nde randevumuz var, oradan da Katolik Kilisesi'ne gideceğiz. Dışarı çıkıp meydandan Rum Ortodoks Kilisesi'ne, oradan Protestan Kilisesi'ne yürüdüm. Sonra da oradan Kurtuluş Caddesi üzerindeki Sinagog'dan sonra Katolik Kilisesi'ne doğru gidip, yoldaki muhteşem evlere hayran hayran baktım. Karanlık olduğu için yarın fotoğraf çekip koyarım buraya diye düşündüm. Daha sonra Katolik Kilisesi'nin oradan aşağıya kıvrılarak giden yollardan, şehrin eski mahallelerinden, yani gerçek Antakya'dan yürüye yürüye merkeze döndüm. Bu arada kulağımda da telefon... Ucunda sevgili dostum, arkadaşım, meslektaşım Bora var. Bana yol tarif ediyor. Çünkü ben daha önce Antakya'da Protestan Kilisesi'ne gitmemiştim. Sağolsun, hiç üşenmeden bana adım adım anlattı, elimle koymuş gibi buldum. Bu arda GPS ile de benim yürüdüğüm yolları takip edip nerede olduğumu anlatıyordu bana evden, çok eğlendim ya ben!!!

Yarınki programımız ne? Sabah 09.00'da Protestan Kilisesi'ne gideceğiz, oradan Katolik Kilisesi'ne ve grubu bugün yürüdüğüm yollardan yürüterek çarşıya salacağım. Öğlen bir yerlerde yemek işini halleder herkes ve ardından 13.30'da Mozaik Müzesi diye de bilinen Arkeoloji Müzesini gezeceğiz. Ardından da St. Pierre Kilisesi'ne çıkılacak otobüsle.

Akşamüstü döneriz ve benim niyetim yarın bol bol fotoğraf çekmek ve ayrıca da Affan Kahvesi'ne gidip bir 'acı kahve' içmek ve çok sevdiğim Antakya sokaklarını arşınlamak.

27 Eylül 2008 Cumartesi

Tur öncesi

Günlerdir bir yorgunluk var üzerimde, ne olduğunu anlayabilmiş değilim. Öyle böyle değil. Bu sebeple bloglarımı da ihmâl ettiğimin farkındayım. Ama elim ayağım tutmuyor, yorgunluktan ölüyorum iş yazmaya gelince.

Benim beynim beni böyle dinlenmeye alır. Hareket edecek hale gelemeyinceye kadar direnirim, sonra bakar ki beyin vücut sinyal veriyor, devreye girer. Neyse, öyle olması gerekiyorsa öyle olur işte...

Halbuki neler planlamıştım. Aydan Atlayan Kedi'ye mim paslayacaktım, hâlâ da niyetim bozuk bu konuda, yapacağım, zaten güncel konu değil, her zaman yapabileceğim bir şey. Tetikte ol kedicim, her saniye atabilirim kafana bir mim... Masumiyet Müzesi'nin bana düşündürdüklerini yazacaktım. Yazacağım ilerleyen günlerde. Ama bu büyük ihtimal turdan döndükten sonra olur. Haliyle kitap yakınımda olmalı ve ben 12 günlük Anadolu turuna bitirdiğim koskoca 590 sayfalık kitabı bu amaçla yanıma alamam. Ağırlık yapacak en azından. Ayrıca son İstanbul turunda çektiğim fotoğrafları koyacaktım, onlar da kaldı. Ama o kadar güzel ve özeller ki, bir ara koyacağım onları da.

Şimdi, yarın 12 günlük Anadolu turuna çıkıyorum. Öğlen gibi havaalanına gidip Adana uçağına bineceğim. Grubumla havaalanında buluşup Adana'ya uçacak, oradan da Hatay'a geçeceğiz otobüsümüzle.

Tur programım şöyle:

28.09. : Ist - Adana - Antakya

29.09. : Antakya

30.09. : Samandağ

01.10. : Antakya - Gaziantep

02.10. : Gaziantep - Şanlıurfa

03.10. : Şanlıurfa - Kâhta / Nemrut

04.10. : Kâhta - Kapadokya

05.10. : Kapadokya

06.10. : Kapadokya

07.10. : Kapadokya - Çorum

08.10.: Çorum - Ankara

09.10. : Ankara - İstanbul


Bu haliyle yalnızca güzergâh. Ben detaylarıyla hergün buraya rapor vereceğim. :)))) Bir Tur güncesi yapmayı düşünüyorum.

Bu arada, tüm diğer bloglara da yazılar eklenecek yolda olduğum günlerde. Biliyorum hepsini boşladım ama inanın çok yorgun ve halsizdim, gerçi hâlâ öyleyim ama birazdan uyuyup yarın tatile çıkar gibi bu tura çıkacağım umarım...

Bu yazıyı da fotoğrafsız bitirmeyelim. Dün Othello'nun iki hafta arayla düzenli olarak gittiğimiz kontrollerinden biri vardı gene. Yasin işe başladı, Timur ve Yasin Othello ile ilgilenirken üçünün birarada bir fotoğrafını çektim. İşte benim efsane veterinerlerim! (Beyazlı Timur, siyahlı Yasin)



Othello taranırken zevkten dili dışarıda kalmış objektife böyle yakalandı işte...


Hepinize güzel günler, ben her gittiğim yerden bir şeyler yazmaya çalışacağım. Sevgiler...

23 Eylül 2008 Salı

Yeni blog 'Gezginin Rehberi' yayında...

Sevgili arkadaşlar, dostlar, okuyucular...

Daha önce de bir ara sizlere yeni bir blog başlatmak isteğimden bahsetmiştim. Bu blog 'Gezginin Rehberi' olacak ve içinde Türkiye'deki turizm kategorileriyle ilgili değişik bilgi ve tavsiyeler, uzman turist rehberi gözüyle Türkiye'nin müzeleri, ören yerleri, tarihi eserleriyle ilgili bilgiler, değişik tur rotaları, kitap ve rehber kitap tavsiyeleri, bir gezgin olarak bilmeniz gereken tüketici hakları, turist rehberinizin gezdiğiniz yerlere dair değişik önerileri ve daha pek çok faydalı bilgi yer alacaktı.

Ve bugün bu blogu başlattım. Tabiî ki, yukarıda bahsettiğim tüm bu konuların hepsinin blogda olması biraz zaman alacaktır ama ben elimden geleni yaparak siz gezginlere hoş, keyifli, değişik ve güzel bir kaynak hazırlamaya çalışacağım.

Blog'un adresi: GezgininRehberi

Blog daha çok yeni, birinci günü bugün... :))) Ama 3 yazı var şu saat itibariyle içinde. Bu yazılar, 'Gezginin rehberi Nedir?' adında blogu tanıtan ve amacını anlatan bir yazı, diğeri 'Rehber Kimdir? Kimler Rehberlik Yapabilir?' adında Profesyonel Turist Rehberi ile ilgili bir bilgi yazısı ve 'Müzekart' adında Türkiye'de yepyeni bir uygulama olan Müzekart sistemini tanıtan bir yazı.

Turizm kategorileri, pratik bilgiler, kitap tavsiyesi vs vs daha pek çok yazı geliyor hemen en kısa zamanda...

Hepinize bu blogu da listenize eklemenizi ve ara sıra buraya bakmanızı öneririm. Türkiye'de gezerken bir 'tık' kadar yakın olacaksınız enteresan bilgilere. Hatta ileride göreceksiniz, gezerken burada bulduğunuz bilgilerin çıktılarını alıp fazla yer kaplamayan bir bilgi kaynağıyla gezme lüksünüz olacak.

Dediğim gibi, daha çok yeni... Fotoğraf, bilgi ve yazı eklemeleriyle çok keyifli ve faydalı bir blog olacak. Bu blogu da listenize ve yakın takibe almanızı, ara sıra buraya uğramanızı tavsiye ederim. Fikir, tavsiye ve eleştirilerinizin başımın üzerinde yeri vardır!

22 Eylül 2008 Pazartesi

Oradan, buradan, havadan, sudan - 10

Son İstanbul turumda (17.09 - 21.09) gözüme güzel gelen, dikkatimi çeken herşeyin fotoğrafını çektim. Onlardan birkaçını sizlerle paylaşayım diyorum...




Bu adamcağız, her daim bir neşe bir neşe, maşallah... Devamlı örgü örüp durur. Takkeleri de pek güzel. ama ben vegan olduğum ve etik sebeplerle hayvansal gıda dışında hayvansal ürün giyim kuşamda da vs vs vs tüketmediğimden alamadım, almadım. Ama satıyor amcacığım. Zaten yabancılar alsın, döviz versin, adam bir de şimdi ben rehberim diye indirim mindirim yapmasın dedim...

Benim grup başkanının dediğine göre adam internette meşhurmuş. Ben bilmiyordum.


Perşembe günü hava bayağı bulutluydu, böyle havaları severim ben. (Kurtlar puslu havayı sever, değil mi?)



Cuma günü Boğaz turu ve Tarabya'da yemek faslından sonra Rüstempaşa Camii'ne gittik. Avluda Ramazan sebebiyle yukarıda gördüğünüz çini motifli paketlerde hediye veriyorlardı. Kur'an var bu paketlerin içinde, İngilizce. Almanlarımın hepsi aldı. Hem de tek kelime İngilizce bilmeyenler bile. E, ne de olsa 'bedava Kur'an İncilden tatlıdır'. Hehehehehe...





Daha sonra Mısır Çarşısı'nda sevgili meslektaşım, arkadaşım, canım, ciğerim Tuna (Ortaylı) ile bu çılgın minik kedi ve herkese saldıran anasını sevmeye çalıştık. Pek başarılı olduğumuzu söyleyemeyeceğim.

Bu arada, Mısır Çarşısı demişken gelin sizi çarşının içinde, dışında, etrafında biraz gezdireyim.



Malatya Pazarı


Bu, çarşının her köşesinde görebileceğiniz bir manzara. Bunlar Malatya Pazarı'nın hemen yanındaki Hasırcılar Kapısı'nda asılı.


Ne zaman Güneydoğu çarşılarını özlesem, Mısır Çarşısı'nın Hasırcılar Kapısı'ndan çıkar Tahtakale'ye doğru yürür ve bu özlemi biraz da olsa gideririm.


Kurukahveci Mehmet Efendi'nin önü hep kalabalık. Ama kimse o sırada bir dakika bile beklemez. Sırları, lezzetin yanı sıra 'seri olmak'.

Sürprizlerle doludur Tahtakale yolu...













Biraz da çarşının yan taraflarını gezelim...






Şeker Bayramı kapıda...



Şaka gibi... '2 ayda 8 kilo vermeniz mümkün' yazıyor, o değil şaka gibi olan; altta yazana dikkat: Rejimsiz, diyetsiz! Rejimsiz, diyetsiz... Pardon, rejim ne, diyet ne? Bir bilen varsa beri gelsin...









Gelin olmaya, evlenmeye falan hiç özenmedim hayat boyu ama bunları al diyor şeytan!


İçeri girelim tekrar...



Bugünlük bu kadar gezmek yeter... Devamı yarına kalsın. :))))

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails